Sabah erken kalktım. Çocukları okula götürdüm. Onları sınıf kapısında bırakırken sanki içimden bir parça daha koptu. Çünkü o an, çocukların alıştığı düzeni korumak zorunda olduğumu anladım. Ben yıkılırsam, onlar da yıkılırdı.
Okuldan çıkar çıkmaz doğruca notere gittim.
Noterin kapısından girerken hâlâ üzerimde bir tuhaflık vardı. Sanki kimseye belli etmemem gereken bir sır taşıyordum. Sır, “evden kovulduk” gibi bir şey değildi; sır, “ben hâlâ ayaktayım” demekti.
Sıradaki işlemler, imzalar, kimlik kontrolü derken nihayet danışma masasına ulaştım.Eşim Murat… vefat etti,” dedim. Bu kelimeyi söylemek bile boğazımı acıttı. “Daha önce yaptığı bir işlem var mı diye öğrenmek istiyorum.”
Görevli kadın bilgisayara baktı. Adımı, soyadımı, Murat’ın kimliğini sordu. Sonra bir an durdu. Bakışları değişti.
“Bir evrak görünüyor,” dedi.
Kalbim hızlandı.
“Ne evrağı?”
“Vekâletname ve bir… tasarrufla ilgili kayıt,” dedi. “Tam detayını noter bey görür.”
Beni küçük bir odaya aldılar. Noter bey ciddi ama yumuşak bir sesle konuştu. “Öncelikle başınız sağ olsun,” dedi. “Eşiniz bazı konularda önlem almış.”
Masaya bir dosya koydu. Dosyanın üzerindeki tarih birkaç ay öncesiydi.
“Bu daire Murat’ın üzerindeydi,” dedi. “Evet. Ama eşiniz, ölüm hâlinde evle ilgili bazı kararların tek başına üçüncü kişilerce alınmasını engelleyen bir düzenleme yapmış