Kaç para bu peynir

159 izlenme 19 Ağustos 2025
Reklamlar
“Kaç para bu peynir?” diye sordu adam.

Sesi sert, yüzü asıktı.
Pazarın kenarında küçük bir taburenin üstünde oturan yaşlı bir teyzenin önünde ise yalnızca üç kalıp keçi peyniri vardı. Kadının elleri çatlamış, yüzü güneşten buruşmuştu.

“Elli lira evladım” dedi kadın.
Her seferinde aynı sakinlikle.

Adam kaşlarını çattı:
“Elli liraya peynir mi olur? Marketten otuz beşe alıyorum ben. İndir de alayım.”

Kadının gözleri doldu ama başını eğmedi:
“Dağda kendi keçilerim var. Sütü sağarım, kaynatırım, sabaha kadar beklerim. Çocuğum üniversiteye hazırlanıyor, dershane parası lazım. Onun için buradayım.”

Adam hırçın bir tavırla:
“Kırk ver, yoksa almam.”

O sırada cebinden telefonunu çıkardı.
“Evet, yazlık için bahçeye havuz yaptırıyoruz. Hafta sonu arkadaşlarla barbekü var, kesin gelin.” diye yüksek sesle konuştu.

Ben biraz ötede izliyordum. İçim yanıyordu.
Kadının tezgâh dediğim o minicik alanda sadece üç kalıp peyniri vardı. Belli ki gün boyu satıp birkaç kuruş kazanma derdindeydi.

Adam parasını uzatıp zorla almak istedi.
Dayanamadım, yanlarına gittim.

“Merhaba teyze” dedim.
“Elinizde kaç kilo peynir var?”

“Üç kalıp var yavrum. Toplasan beş kilo anca eder” dedi.

Beş yüz lira çıkardım, uzattım:
“Ben hepsini alıyorum.”

Kadın şaşırdı, utandı:
“Olmaz evladım. Kilosu elli lira dedim ya, bu fazla.”

“Senin çocuğun okusun teyze. Benim için helali hoş olsun.” dedim.

Adam sustu, yüzü kızardı.
Peynirleri alıp pazardan çıktım.
Üç gün peynir yesem ne olur?

Benim için mesele sadece karın doyurmak değil.
İnsanların alın terine saygı göstermek.

O peyniri sadece soframa koymayacağım.
Bir kısmını köyde ihtiyaç sahiplerine pay edeceğim.
Bir kısmını da satıp, gelirini dershane taksidini ödeyemeyen bir gence ulaştıracağım.

Çünkü biliyorum ki, zincir marketlere yüzlerce lira bayılanlar, köylü kadının emek dolu ürününde kırk kuruş hesap ediyor.

Yazık.
Kıymayın emekçilere.


HASED…
Sultana yakın olan bir adam ona hep: "İyilere iyilik et. Kötüleri de affet. Çünkü iyiler iyiliğe layıktırlar, kötüler de nasıl olsa Allahu teala’dan cezalarını bulurlar.” derdi.
Bu adamın sultana yakınlığını kıskanan rakibi, bu samimiyeti bozmak istedi ve sultana:
-“Bu adam senin ağzının kötü koktuğunu söyler. Dilersen onu çağır ve kendin gör.” dedi.
Sultan sinirlenerek "Öyleyse onu getir” diye emretti.
Rakip onu buldu ve önce kendisine bol sarımsaklı bir yemek yedirdi. Ondan sonra da sultanın kendisini istediğini bildirdi. Adam bu hâliyle sultanın huzuruna çıkınca, konuşmak için yaklaştığında ağzını elinin üzerine koydu. Sultan kendi kendine:
-“Demek ki doğruymuş, bu adam ağzımın kokusundan sakınıyor.” dedi ve hemen ona yazı yazıp hazine memuruna gitmesini ve bu kâğıdı ona vermesini emretti. Adam dışarı çıkınca rakibi onu karşıladı ve elindeki yazının hazineye yazıldığını görünce, bununla adama para verileceğini zannetti ve tamaha kapılıp, kendisine vermesini rica etti. Adam da anlam kırmadı verdi. Rakip, yazıyı götürüp memura teslim etti, hazine memuru yazıyı açıp okudu.
Sultan: -“Bu yazıyı getireni cellada boğazlat, derisini yüzdür, içine saman doldurup bana gönder” diye yazmıştı.
Rakibin itiraz ve feryatları arasında emir yerine getirildi ve onun samanlı postu sultana gönderildi. Adam işin aslını öğrenince sultana:
"Ben demedim mi?" dedi "İyilere iyilik et. Kötüleri de affet. Çünkü kötüler nasıl olsa Allahu teala’dan cezalarını bulurlar.”

KABAĞIN DA BİR SAHİBİ VAR…
Vaktiyle bir derviş berbere gidip: Vur usturayı berber efendi, der.
Berber dervişin saçlarını kazımaya başlar ve diğer tarafa usturayı vuracakken, mahallenin kabadayısı içeri girer.
Doğruca dervişin yanına gider, başının kazınmış tarafına sert bir tokat atarak:
Kalk bakalım kabak, kalk da tıraşımızı olalım, diye bağırır.
'Dövene elsiz, sövene dilsiz’ olan, halktan gelen her şeyin Hak’tan geldiğine inanan derviş, sabreder. Fakat kabadayının tıraş esnasında da dili durmaz, 'Kabak aşağı, kabak yukarı…' hakaretamiz ifadelerle sürekli alay eder dervişi aşağılar.
Nihayet tıraş biter, kabadayı dükkândan çıkar. Henüz birkaç metre gitmiştir ki, kontrolden çıkan bir at arabası yokuştan aşağı hızla üzerine gelerek kabadayıyı altına alıp sürükler. Kabadayı oracıkta feci şekilde ezilerek can verir.
Berber dervişe bakar, sorar:
Biraz ağır olmadı mı derviş efendi?
Derviş düşünceli bir şekilde cevap verir:
Vallahi gücenmedim ona. Hakkımı da helal etmiştim.
Gel gör ki, kabağın da bir sahibi var. O gücenmiş olmalı!

Ne demiş Yunus Emre;
"Olsun be aldırma Yaradan yardır.
Sanma ki zalimin ettiği kârdır.
Mazlumun ahı indirir şâhı.
HER ŞEYİN BİR VAKTİ VARDIR."NİÇİN CEVAP VERMİYORSUN!
Birisi Bekr bin Abdullah el-Müzenî hazretlerine kötü sözler söyledi. O da hiç cevap vermeyip, sükût ile karşıladı. Adam bu sefer, daha da ileri gitti. Daha kötü sözler söyledi. Bunun üzerine, Bekr bin Abdullah hazretlerine,
-Niçin ona cevap vermiyorsun, suskun duruyorsun. Baksana sana neler söylüyor ! denilince;
-"Ben onun hakkında, kötü bir şey bilmiyorum ki, ona karşılık ve cevap vereyim. Hem, onun hakkında yalan yere, olmayan şeyleri söyleyip, atıp tutmam da, bana helâl değildir." dedi.
Bekr bin Abdullah hazretleri buyurdu ki:
Bir kimse ziyâfete çağrılır. O da ev sâhibine haber vermeden, yanında misâfir getirirse, bir tokat hak etmiştir.
Eve geldiğinde, ev sâhibi, şuraya buyurunuz dediği zaman, "hayır, ben şuraya oturacağım diyen kimse ise, iki tokat hak etmiştir.
Yemek yerken de ev sâhibine; "Sen de bizimle berâber yemiyor musun, sen de yesene !" diyen, üç tokadı hak etmiş olur. Çünkü hepsinde söz ve hareketi boş ve fuzûlîdir.NİÇİN CEVAP VERMİYORSUN!
Birisi Bekr bin Abdullah el-Müzenî hazretlerine kötü sözler söyledi. O da hiç cevap vermeyip, sükût ile karşıladı. Adam bu sefer, daha da ileri gitti. Daha kötü sözler söyledi. Bunun üzerine, Bekr bin Abdullah hazretlerine,
-Niçin ona cevap vermiyorsun, suskun duruyorsun. Baksana sana neler söylüyor ! denilince;
-"Ben onun hakkında, kötü bir şey bilmiyorum ki, ona karşılık ve cevap vereyim. Hem, onun hakkında yalan yere, olmayan şeyleri söyleyip, atıp tutmam da, bana helâl değildir." dedi.
Bekr bin Abdullah hazretleri buyurdu ki:
Bir kimse ziyâfete çağrılır. O da ev sâhibine haber vermeden, yanında misâfir getirirse, bir tokat hak etmiştir.
Eve geldiğinde, ev sâhibi, şuraya buyurunuz dediği zaman, "hayır, ben şuraya oturacağım diyen kimse ise, iki tokat hak etmiştir.
Yemek yerken de ev sâhibine; "Sen de bizimle berâber yemiyor musun, sen de yesene !" diyen, üç tokadı hak etmiş olur. Çünkü hepsinde söz ve hareketi boş ve fuzûlîdir.İYİLİK SAHİBİ VEZİR
Zevzen (*) sultanının çok kıymetli bir veziri vardı. Ahlâkı güzel, fenalığı sevmez, herkes hakkında iyilikte bulunurdu.
Bir gün nasılsa, padişahı gücendirecek bir davranışta bulundu. Öfkelenen hükümdar vezirin mallarına el koydu ve işkence yapılmasını emretti. işkenceye memur olanlar, vezirin iyiliklerini görmüş kimselerdi. Bundan dolayı şiddetli davranmıyorlar, kötü davranış ve sertlikten kaçınıyorlardı.
Düşmanla hoş geçinmek isteyen,
kendisinin iyiliğine tam olarak inandırsın.
Acı söz istemeyen kişi de herkesin ağzını tatlandırsın.
Cezalandırılan vezir, türlü işkencelere mâruz kaldıktan sonra, cezasının geri kalanını zindanda geçirmesi için gönderildi. Bunu haber alan komşu hükümdarlardan biri ona gizli bir mektup yollayarak, “Sizin gibi kıymetli bir kişinin değerini takdir edemeyerek hürmetsizlikte bulundular. Eğer aziz hatırınız bizim tarafımıza rağbet gözterirse, lâyık olduğunuz hürmet ve saygıda kusur edilmez ve memleketimin ileri gelenleri, sizin gibi yüksek bir şahsiyetin, aralarında bulunmasıyla övünç duyarlar. Bu konuda olumlu cevabınızı bekliyoruz” yazdı.
Vezir, mektubu okuyunca endişeye düştü ve bunda gizli bir maksat olduğunu anladı, hemen kâğıdın arkasına kısa bir cevap yazarak gelen adamla gönderdi.
Bunu haber alan hükümdarın adamlarından biri padişaha koştu. “Mahpus veziriniz, yabancı hükümdarlarla mektuplaşıyor” dedi. Padişah son derece hiddetlenerek işin araştırılmasını emretti. Neticede ihbarın doğru olduğu anlaşıldı. Mektupçuyu yakaladılar, padişahın huzuruna getirdiler ve mektubu, gizlediği yerden bulup çıkardılar. Mektupta şöyle yazıyordu: “Büyüklerin, hakkımda gösterdikleri teveccüh ve sevgi, değerimin çok üstündedir, teşekkür ederim. Bununla beraber emrinizin kabulü bence imkânsızdır. Çünkü eskiden beri bu hanedanın nimetleriyle beslendim, hakkımda ortaya çıkan küçük bir şikâyetten dolayı velinimetime vefasızlık etmek elimden gelmez, mazeretimin kabulüyle affınızı rica ederim.”
Hüner sahipleri ne güzel söylemiş:
Hayatı boyunca sana cefa eylese de nimet sahiplerinin kahrı lutuftan sayılır, onu hoş görmek gerekir.
Padişah, bu yüksek ve temiz duygudan çok memnun oldu. Mahkûmu derhal zindandan çıkartarak çok güzel ağırladı, çeşitli ikramlarda bulunup memuriyetine iade etti ve, “Sizi haksız olarak cezalandırmışım” diyerek özür diledi.
Vezir dedi ki: “Efendim! Kulunuzun kaderinde böyle bir musibet yazılıymış. Bunun sizin elinizle gelmesi, benim için bir nimet teşkil eder ki üzerimde ödenmez haklarınız vardır.”
Halktan sana bir zarar gelse sen onu Haktan bil.
İnsanların dostluğu da düşmanlığı da
kendilerinden değil hep Allah’tandır.
Gerçi ok yaydan çıkar, lâkin onu atan ok değil, yay tutandır.
* Zevzen: Horasan'da bir şehir olup o dönemde Hârizm'e bağlıdır.
Gülistan – Şeyh Sa’di-i Şirazi

Bunlar da İlginizi Çekebilir

Tarımsal girdi fiyat endeksi (tarım-GFE) yıllık yüzde 117,31 ve aylık yüzde 7,45 arttı Ekonomi Koordinasyon Kurulu toplantısında TROY kart vurgusu: Kullanımı yaygınlaştırılacak Tuğçe Kazaz'a döndü bu da Topuk dikenine en Doğal yöntem