Gece vakti, İstanbul'un sessiz bir mahallesinde yaşlı bir çift ellerinde küçük bir poşetle yavaş adımlarla yürüyordu. Gözlerinde derin bir hüzün, bedenlerinde tükenmişliğin izleri vardı. 73 yaşındaki İsmail Amca ve 71 yaşındaki çarşaflı eşi Meryem Teyze, bu soğuk gecede evsiz kalmışlardı. Göz göze gelmiyorlardı, bir kelime bile etmiyorlardı birbirlerine. Çünkü sözler bazen can acıtırdı. İşte, hepinizi etkileyecek sokakta kalan yaşlı çiftin gerçek hikayesi...
Yıllar önce İstanbul'un kenar semtlerinden birinde mütevazi bir evde oturuyorlardı. Kızları Elif henüz yeni evlenmişti. İsmail Amca o zamanlar daha dinçti. Emekli olalı birkaç yıl olmuş, küçük bir fırında haftada üç gün çalışmaya başlamıştı.
Elif’le damadı Murat, evliliklerinin ilk yıllarını bir odalı kiralık bir evde geçiriyorlardı. Küçük, nemli bir bodrum katıydı. Elif her gelişinde annesine sarılıyor, sessizce ağlıyordu:
“Anne, bu kış biz bu evde donacağız. Ne soba tutuyor, ne de duvarlar kuruyor...”
Meryem Teyze kızının gözyaşlarını silerken kocasına bakardı. “İsmail, bu iş böyle gitmez. Elif perişan. Murat da iş bulamıyor doğru düzgün...”
İsmail Amca geceleri yatağa uzandığında gözlerini tavana dikerdi. Bir gece karısıyla konuştu:
“Meryem, bizim şu köydeki arsayı satalım diyorum. Hani o senin babandan kalan yer... Kızımıza ev alalım. Torun doğarsa bu evde büyüsün.”
Meryem Teyze başını eğdi:
“Ben razıyım, İsmail. Arsa mal değil... Elif evlat, yeter ki üzülmesin.”
Bir hafta içinde her şey hızla gelişti. İsmail Amca arsa satışından gelen paranın üzerine kredi de çekti. Elindeki tüm birikimlerini, hatta bozdurulacak kadar birikmiş altınlarını bile ortaya koydu. Ev bulundu. Üstelik tapusu da Elif’in üzerine yapıldı.
Ev alındığı gün yaşlı çift kızlarını çağırdı. Elif geldiğinde evin salonunda koltukta oturuyordu; yorgun ve umutsuzdu. O sırada İsmail Amca eline küçük bir zarf aldı:
“Elif, kızım... Sana bir şey göstereceğim. Bak bu ev... İsmini oku bakalım. Üstünde kimin adı yazıyor?”
Elif şaşkındı. “Ne bu baba? Ne demek tapu?” Zarfı açtı, kağıdı çıkardı. Gözleri doldu:
“Bu... bu benim adım! Baba... Anne, siz ne yaptınız?”
Meryem Teyze sessizce kızına sarıldı:
“Ananın babanın duası yeter sana. Biz orada burada sürünelim, sen yeter ki bir yuvada ol.”
Elif ağlıyordu: “Siz nerede kalacaksınız ya? Parayı nasıl aldınız bu evi?”
İsmail Amca gülümsedi:
“Biz yıllarca kenarda beklettik kızımız için... Hadi artık başını dik tut. Bu ev senin yuvan.”
Bir süre sonra yaşlı çift de kızlarıyla aynı evde yaşamaya başladı. Ev geniş sayılırdı. Bir oda onlar için ayrılmıştı ama artık her şey değişmişti.
İsmail Amca aldığı kredinin ödemesi için maaşının tamamını bankaya yatırıyor, kendine sadece otobüs parası kadar para bırakıyordu. Meryem Teyze ise her sabah erkenden kalkıp evi toparlıyor, yemek yapıyor, torun olmasa da kızına yük olmamaya çalışıyordu.
Zaman geçti... Damat Murat’ın yüzündeki ifadeler değişmeye başladı. Göz göze gelmemeye başladı. Yaşlı çiftle masada sessizce yemek yer, çoğu zaman tabağını bitirmeden kalkardı.
Annen baban hep evde... Ben rahat edemiyorum Elif. Ne kadar sürecek bu böyle?
Elif, bir yandan kocasının sitemleriyle, bir yandan vicdanının sesiyle boğuşuyordu:
“Sabret Murat... Borç bitsin. Zaten babam ödemeyi üstlendi. Ev bizim olsun. Sonra başka bir çözüm buluruz.”
Ancak zaman geçtikçe Murat’ın sabrı taşmaya başladı. Bir akşam yemek masasında sessizliğini bozdu:
“Yeter! Benim evimde iki ihtiyarla yaşamak zorunda değilim. Rahat nefes alamıyorum. Şu borç bitsin de, bak neler yapacağım...”
Meryem Teyze bu sözleri duyduğunda elindeki kaşığı masaya yavaşça bıraktı. Sanki kulağından yüreğine doğru sızan bir acı hissetmişti. Sessizce mutfağa geçti. Gözyaşlarını kimse görmesin diye pencereye döndü.
İsmail Amca ise o gece hiçbir şey demedi. Sadece saatlerce uyuyamadı. Gözleri açık, tavanı izledi.
Birkaç yıl geçti. Son taksit de ödendi. Bankadan arayıp kredinin tamamen kapandığını söylediler. İsmail Amca telefonla konuşurken küçük bir tebessüm etti:
“Çok şükür... Çok şükür...”
Ertesi gün İsmail Amca ve eşi komşularına çaya gittiler. Akşam eve döndüklerinde anahtarı kapıya taktılar ama dönmüyordu. “Hay Allah! Anahtar bozulmuş galiba.” Tekrar denedi. Olmadı. Kapıyı çaldılar. Biraz sonra içeriden Elif çıktı. Gözleri doluydu ama kararlıydı.
“Baba, anne... Lütfen bana kızmayın. Murat bu kararı verdi. Ben... ben artık daha fazla karşı çıkamıyorum. Bu evde kalamazsınız artık.”
İsmail Amca dondu kaldı:
“Ne diyorsun sen Elif? Biz... biz bu evi sana verdik. Bu kapıyı sana açmak için kendi kapımızdan çıktık.”
Elif başını eğdi:
“Siz iyi insanlarsınız ama Murat istemiyor. Lütfen anlayın. Biz huzur istiyoruz.”
Ve kapı kapandı. Arkalarında soğuk bir duvar gibi... Yaşlı çift birbirine baktı. Ne söylenecek söz vardı, ne gidilecek yer.
O gece parkta oturdular. Üşüyorlardı ama en çok kalpleri üşüyordu. Meryem Teyze ellerini kocasının ellerine koydu:
“İsmail, hata mı ettik? Evlat için fazla mı fedakarlık ettik?”
İsmail Amca gözlerini yere dikti:
“Evlat için yapılan fedakarlık hata değildir Meryem. Ama evlat nankörse... o başka.”
İMTİHAN DÜNYASI
İki melek yeryüzünü dolaşmaya çıkmışlar. Tabii insan kılığında... Akşam olmuş. Kentin en zengin semtinde lüks bir villanın kapısını Tanrı misafiri olarak çalmışlar.
Ev sahipleri somurtarak buyur etmiş onları. Yemek falan teklif etmemişler.
Sicacık misafir odaları yerine buz gibi ve nemli bodruma iki şilte atıp "Geceyi burada geçirebilirsiniz" demişler. Silteleri betona sererken yaşlı melek duvarda bir çatlak görmüs. Elini uzatmış söyle bir sürmüş yarığa. Duvar eskisinden sağlam olmuş.
Genç melek "Niye yaptın bunu" diye sormuş merakla... "Her şey her zaman göründügü gibi değildir" demiş yaşlı melek yavaşça. Ertesi akşam melekler bir köy evinde çok fakir ama çok iyiliksever bir aileye misafir olmuşlar.
Her şeyleri bir tanecik inekleri imiş. Onun sütünü satıp geçınıyorlarmıs. Ev sahipleri mütevazı sofralarına almış onları. Allah ne verdiyse beraber yemişler. yatma zamanı gelince kadın "Siz uzun yoldan geliyorsunuz yorgun olmalısınız" demis.
"Bizim yatakta siz yatın bir rahat uyuyun. Biz şu divanda idare ederiz" Güneş doğarken uyanan melekler zavalli adamla karışını iki gözü iki çeşme ağlar bulmuşlar. Hayatta ki tek servetleri inekleri bahçede ölü yatıyormus. Genç melek öfkeden deliye dönmüs. Bunun nasıl yaparsın. Bu kadar iyi insanların yegane servetinin ölmesine nasıl izin verirsin.
Önceki gece gittiğimiz villada her şey vardı ama kötü ev sahipleri bize hıç bir şey vermediler. Sen onların bodrumlarını tamir ettin. Bu fakir insanlar bizimle her şeylerini paylaştılar. Şen ineklerinin ölmesine göz yumdun? Her şey her zaman göründügü gibi değildir evlat. demiş yaşlı melek gene.
Nasıl yani?... diye daha da öfkeyle sormuş genç melek. Her şey her zaman göründügü gibi değildir evlat. demiş yaşlı melek bir daha... Ve anlatmış... İlk gittiğimiz zengin evinin o duvar çatlağının içinde yıllar önce saklanmış bir hazine vardı. Ev sahipleri zenginlikleri ile çok mağrur ama hıç paylaşmayı sevmeyen insanlar oldukları için bu defineyi bulmayı hakketmemişlerdi.
Çatlağı kapayıp onları bu hazineden mahrum ettim. Dün gece fakir köylünün yatağında yatarken ölüm meleği adamın karışını almaya geldi.. Kadının hayatının bağışlanmasına karşılık ona ineği verdim. Her şey her zaman göründügü gibi değildir.
İşler bazen istendiği gibi gitmez göründügünde aslında olan budur. Eğer inançli işen her iste bir hayır olduğunu düsünürsün. O hayrin ne olduğunu da bir süre sonra anlarsın.