İki aile var ve onun iki aile de birer kız çocuğu var. Birgün misafirlikte sohbete başlıyorlar; Eee senden kızdan ne haber?.. Valla iste ne olduğu görülüyor ise duruyor seneye girdi. Basini kasiyacak vakti yok. İlk baslarda geceleri fazla mesai yapılıyordu. Sonraki hafta sonları da toplu olarak başladı. Patronu çok sevmiş ona ısı veriyormuş. Derken Ankara seyahatleri başladı. Bizimki çanta sekreteri gibi patron nereye gider. Sonra Paris seyahatleri falan en sonundabu şekilde olmayack dediler, patronu ev devam etti. Şarküteri gibi çalışıyorum evladim. Ee, peki sizinki ne alemde? Valla...DEVAMİ DİĞER SAYFADA...
Iki aile varmis ve her iki ailenin de birer kiz çocugu varmis. Birgün misafirlikte sohbete baslamislar; -Eee sizin kizdan ne haber?.. -Valla iste ne olsun biliyorsunuz ise girdi geçen sene. Basini kasiyacak vakti yok. Ilk baslarda geceleri fazla mesai yapiyordu. Sonra hafta sonlari da çalismaya basladi. Patronu çok sevmis her isi ona veriyormus. Derken Ankara seyahatleri basladi. Bizimki çanta sekreter gibi patron nereye o oraya. Sonra Paris seyahatleri filan en sonundabu is böyle olmayack dediler, patronu ev tuttu. Deli gibi çalisiyor evladim. Ee , peki sizinki ne alemde? -Valla bizimki or*spu oldu, ben sizin kadar güzel anlatamiyorum...
Agop'un iki karısı varmış. Birini adı Hop diğerinin adı Gop. Agop bir akşam Hop'u ertesi akşam Hop'u ziyaret edermiş. Bir akşam meyhaneden çıkmış, çakır keyif yürürken lağım çukuruna düşmüş. Bağırmış sesleniş kimseye sesini duyuramamış. Kendi kendine konuşuyormuş.
- Hop der ki Gop'tadır, Gop derki Hop'tadır. Bilmezler ki Agop gırtlağına kadar bok çukurundadır
Sürücü dikiz aynasında kendisini izleyen polis aracını görünce, kaçabileceğini düşünerek gaza basar. Ancak polisi atlamayacağını anlayınca pes ederek kenara çeker.
Polis arabadan çıkıp sürücünün yanına gelir ve sorar:
— Arkadaş, bugün oldukça yoruldum. Mantıklı bir mazeretin varsa seni bırakacağım.
Sürücü düşünür ve yanıtlar:
— Karım geçen ay beni bir polis için terk etti. Aynadan polis aracını gürünce, kaçtığı polis onu geri getiriyor sandım.
— Pekâlâ, gidebilirsin.
Temelle oğlu İstanbul'u hiç görmemişler ve bir iş için oraya giderler.
Küçük köylerinden sonra gördükleri her şeye şaşırır ve hayretler içinde kalırlar.
Taksim'de gezerlerken bir otelin içine girerler. bir bakarlar ki demirden duvarlar ve bu duvarlar otomatik olarak açılıp kapanabiliyor.
Tabii ki ikisi de şaşırmış. Temelin oğlu babasına sormuş;
— Buba bu ne ya?
Temel hayatında hiç asansör görmediği için şu şekilde yanıtlamış;
— Oğlum ben böyle bir şeyi hayatımda görmedim, ne olduğunu bilmiyorum.
İkisi de büyük bir şaşkınlıkla bu duvarlara bakarken 150 kiloluk şişman bir bayan açılan duvarlardan küçük bir odanın içine girer. Duvarlar yine kapanır ve numaralar birer birer yükselmeye başlar.
Daha sonra numaralar küçülmeye başlar. Temel ve oğlu şaşkınlık içindedirler.
Birazdan duvarlar yine açılır ve dışarıya 24 yaşlarında çok güzel, seksi, zayıf ve sarışın bir bayan çıkar.
Temel gözünü bu bayandan ayırmadan oğluna sessizce;
— Hemen git anani al ve buraya cetur
Kadın eve geldiğinde kocasını mutfakta sinek öldürürken görür ve sorar:
- Ne yapıyorsun hayatım?
- Sinek yakalıyorum.
- Öldürebildin mi bari?
- Evet, 3 erkek ve 2 tane dişi sinek öldürdüm!
Şaşkınlık içerisinde sordu kadın:
- Dişi sinekle erkek sineği nasıl ayırt edebildin?
- 3 tanesi bira şişesinin üstünde, 2 tanesi de telefonun üstündeydi.
Kadın kocasına dönüp gülümseyerek bir öpücük kondurmuş. Kocasına;
- Kocacığım, beni çok sevdiğini biliyorum, her yere benim fotoğraflarımı koymuşsun, çalışma masana, cüzdanına, ofisteki odana...
Kocası bir açıklama yapma gereği duymuş.
- Karıcığım işte senin o fotoğrafların, benim en büyük problemleri çözmeme yardımcı da ondan...
Kadın biraz daha şımarmış.
- Yani senin hayatında varlığım ile bir kat daha değerliyim. Kocası hafif bir gülümseme ile durumu iyice açıklamış.
- Ondan değil karıcığım, ne zaman çözülmesi çok zor bir problemle karşılaşsam, senin fotoğraflarına bakıp "Bundan büyük problem ne olabilir ki?" deyip problemi şak diye çözüyorum.
Nasreddin Hocanın ateş yakması gerekmektedir. Belli ki hanımı da yemek yapma hazırlığındadır. Hoca, duvarda asılı olan körüğü alır ve ateşi körüklemeye başlar, işini bitirdikten sonra da körüğün ağzını iyice bağlayarak yerine asar. Bütün bu olanlara bir anlam veremeyen Hoca'nın hanımı:
- Yahu Hoca Efendi! Bu körüğün ağzını niçin bağlıyorsun?
Hoca bu, lafın altında mı kalır:
- Yahu hatun! Bunu bilmeyecek ne var? Eğer körüğün ağzını tıkamasam içerisindeki hava uçup gidecektir. Biliyorsun ben savurganlığı sevmem.
Sık sık olduğu gibi yine iş yerine geç gelmişti. Patron çağırıp sebebini sorunca:
- Sormayın efendim, karım dün gece güç bir doğum yaptı da ondan dolayı geciktim.
Bir hafta sonra yine işe geç gelmişti. Patron yine çağırdı. Adam bu kez de aynı mazereti söyledi:
- Efendim, karım dün gece çok güç bir doğum yaptığı için zamanında gelemedim.
Patron kaşlarını çattı. Adam pişkince yalan söylüyordu.
- Nasıl olur canım! Karınız haftada bir çocuk mu doğuruyor?
Adam sakinliğini yitirmeden, yanlış anlaşılmaya bir açıklık getirdi:
- Efendim, karım doğurmuyor doğurtuyor. Çünkü karım gebe değil ebe.
Bir kovboy çiftliğine dönmektedir. Bindiği atı yeni satın almıştır. Atın üstünde bir gün evvel evlendiği genç bir kadını da getirmektedir. Sel yatağı boyunca ilerlediklerinden, kötü bir rastlantı sonucu at kayar.
- Bir, der kovboy kısaca.
Ve on dakika sonra at yine bir yoldan sapma yapar.
-İki, der kovboy.
Biraz daha ileride, at bir engel karşısında, az kalsın dengesini kaybeder gibi olur, bu kez kovboy ne bir, ne iki der. Kadını attan indirir ve :
- Üç, der!
Ve bir tabancayla atı öldürür. Genç evli kadın, dehşete düşmüştür. İtiraz etmekten kendini alıkoyamaz.
- Her şeye karşın, biraz sert, yapmamalıydın!
Ve kovboy sayar :
-Bir!
Çocuk dedesine sormuş:
- Dede, ninemle kaç yıldır evlisiniz?
- 40 yıldır evlat, demiş dede.
- Peki ama dede, ben sizi hiç kavga ederken görmedim bunun sırrı nedir?
- Otur anlatayım. Evlat! Biz ninen ile evlendiğimizde elde avuçta bir şey yok, kimsemiz de yoktu. Ben nineni bizden oldukça uzakta bir köyden aldım, nikâhımız kıyıldı, benim at arabasına ninenin üç beş eşyasını attık ve bizim köyün yolunu tuttuk. Yolda benim atın ayağı sürçtü ve tökezledi. Ben "Bu bir" dedim. Devam ederken bir daha tökezledi, ben yine "Bu iki" dedim.
Köye de daha epey yolumuz vardı, bizim atın ayağı bir daha tökezleyince "Bu üç" dedim ve çektim belimden tabancayı, atı orada vurdum.
Ben atı vurunca ninen başladı bana söylenmeye. "Biz şimdi nasıl gideceğiz, niye durup dururken atı vurdun. Sende hiç akıl yok mu? Bu eşyaları nasıl götüreceğiz" Ben de döndüm ninene "Bu bir" dedim. O gün bugündür, gül gibi geçinip gidiyoruz.
Temel, televizyonda Türk filmi izlerken telefon acı acı çalar. Telefona bakan Fadime, kısa bir görüşmeden sonra telefonu kapatıp Temel'e seslenir:
— Cemal'in karısı ölmüş. Seni cenazeye çağırıyor.
Temel üzgün bir ifadeyle:
— Bu sefer gitmem.
— Olur mu Temel? O senin en iyi arkadaşın.
Temel biraz düşünmüş ve demiş ki:
— Adam, üçüncü kez karısının cenazesine çağırıyor Fadime. Ben onu bir kez davet edemedim. Ne yüzle cenazeye gideceğim.
Mahmut Efendi, hanımını hiç yanından ayırmak istemezmiş. Ancak, kayınpederinin hastalığını bildiren telefon gelince hanımını göndermek zorunda kalmış. Günlerce yalnız kalan Mahmut Efendi evin bütün işlerini kendi yapmaya başlamış. Hastanın iyileşmesi üzerine gelen bir telefon onu sevindirmeye yetmiş. Çünkü hanımının geleceği gün de belli olmuş.
Beklenen vakit yaklaşınca eşeğine binen Mahmut Efendi yola çıkmış. Ancak, normalde tembel ve uyuşuk olan eşek o gün hızlı hızlı gitmeye başlamış. Bu duruma şaşıran Mahmut Efendi, ileride aynı yöne gitmekte olan bir eşeği görmüş ve meseleyi hemen anlamış. Eşeğinin kulağına eğilip şöyle demiş:
- Ulan eşek, bu gün sana ne oldu? Birdenbire küheylâna dönüverdin. Yoksa karıdan sana da mı haber geldi?
Karı koca birlikte tatile çıkarlar. Gittikleri yerde kamp kurarlar.
Tatillerinin ikinci gününün akşamı güzel bir yemek yiyip uykuya dalarlar. Birkaç saat sonra kadın uyanır ve kocasını da uyandırır. Adam uyku sersemidir, güzel bir rüyadan uyandırıldığı için de biraz kızgındır:
- Ne oldu! Ne istiyorsun? Diye sorar.
-Yukarıya bak ve bana ne gördüğünü söyle.
Adam gökyüzüne bakar ve cevap verir:
- Bunun için mi uyandırdın beni? Baktım işte. Bir sürü yıldız görüyorum, ışıl ışıl parlayan milyonlarca yıldız.
Karısı tekrar sorar.
- Peki, bu sana neyi gösteriyor?
Artık iyice uykusu kaçan adam biraz düşünür ve cevap verir:
- Teorik olarak Allah'ın kudretini ve kendi acizliğimizi görüyorum. Felsefi olarak, evrenin sonsuzluğunu ve onun karşısındaki önemsizliğimizi görüyorum. Astronomik olarak galaksilerin, yıldızların, gezegenlerin varlığını görüyorum. Yıldızların konumuna bakarak saatin 3 olduğunu görüyorum. Meteorolojik olarak da bugün havanın çok güzel olacağını görüyorum. Niye sordun bunu bana? Sana neyi gösteriyor?
- Herif, herif bırak saçmalamayı! Çadırımızı çalmışlar çadırımızı.