Onların kendi dünyalarında oynadıkları oyunda dalmış olmalıyım ki bir sesle irkildim, “Abla bir yardım ayetine” diye birisi aşağıdan bana doğru sesleniyordu. Eli yüzü çok ta temiz olmayan, üstü dağınık, 1516 yaşlarında bir kız çocuğuydu…Benden ekmek istedi..Mutfağa ekmek almaya gitti..Balkona geldi ekmek vermek için..Aman allahım bir de ne göreyim nutkum tutuldu…Devamı için gorsele do kunun
Bu sefer sesi daha ağlamaklı bir şekilde “Abla Allah rızası için” dedi. Ben de Allah’ın adını andığın için ona ekmek vermeyi düşündüm ve beklemesini söyledim. Eve girdim evde akşamdan kalan parçalanmamış bayat ekmek vardı onu bir poşete koyup bir iple aşağı uzattım. Kız çocuğu poşeti aldı ve açmadan oradan uzaklaştı. Bende vaktin yaklaştığını düşünerek, iftar hazırlığı için içeri geçtim ve yemek hazırlığına başladım. Yemek hazırlığı ardından iftar ve namaz derken gündüz yaşadığım bu hadise tamamen aklımdan çıkmıştı… O gece Kadir gecesi olduğu için sahura kadar uyumadım, namaz ve kuran okuyarak geceyi geçirip sahurdan ve sabah namazından sonra uyudum.
İlk önce bana mı sesleniyor yoksa başkasına mı diye tereddütte kaldım, başımı kaldırıp diğer balkonlara baktım benden başka kimse yoktu. Anlaşılan o ki kız bana sesleniyordu. Kız çocuğu sesini biraz daha yükselterek “abla evde ekmeğimiz yok, kardeşlerim aç bize yardım eder misin” diye tekrar seslendi. Mahallemizde bu tip yardım isteyen birçok çocuk ve kadın görmüştüm, ama bu kızı ilk defa buralarda görüyordum. Bu tarz yardım isteyen inşalara yardım vermeyi çok tasvip etmem, onlarında herkes gibi çalışıp kazanmaları gerektiğini düşünürdüm.Bir şeyler verip vermeme konusunda tereddütte kaldığım esnada kız çocuğu yine seslendi.
Ayakkabıcı, yeni getirdiği malları vitrine yerleştirirken, sokaktaki bir çocuk onu izlemekteydi. Okullar kapanmak üzere olduğundan, spor ayakkabılara rağbet fazlaydı. Gerçi mallar lüks sayılmazdı ama, küçük bir dükkan için yeterliydi. Onların en güzelini ön tarafa koyunca, çocuk vitrine doğru biraz daha yaklaştı. Fakat bir koltuk değneği kullanmaktaydı. Hem de güçlükle.. Adam ona
bir kez daha göz attı. Üstündeki pantolonun sol kısmı, dizinin alt kısmından sonra boştu. Bu yüzden de sağa sola uçuşuyordu. Çocuğun baktığı ayakkabılar, sanki onu kendinden geçirmişti.Bir müddet öyle durdu. Daldığı hülyadan çıkıp yola koyulduğunda, adam dükkandan dışarı fırlayıp:
- Küçükk!. diye seslendi. Ayakkabı almayı düşündün mü? Bu seneki modeller bir harika!.
Çocuk, ona dönerek:
Gerçekten çok güzeller!. diye tebessüm etti. Ama benim bir bacağım doğuştan eksik.
- Bence önemli değil!. diye, atıldı adam. Bu dünyada her şeyiyle tam insan yok ki!. Kiminin eli eksik, kiminin de bacağı. Kiminin de aklı ya da vicdanı.
Küçük çocuk, bir şey söylemiyordu. Adam ise konuşmayı sürdürdü:
- Keşke vicdanımız eksik olacağına, ayaklarımız eksik olsa idi.
Çocuğun kafası iyice karışmıştı. Bu sefer adama doğru yaklaşıp:
- Anlayamadım!. dedi. Neden öyle olsun ki?
- Çok basit!. dedi, adam. Eğer yoksa, cennete giremeyiz. Ama ayaklar yoksa, problem değil. Zaten orda tüm eksikler tamamlanacak. Hatta sakat insanlar, sağlamlara oranla, daha fazla mükafat görecekler...
Küçük çocuk, bir kez daha tebessüm etti. O güne kadar çektiği acılar, hafiflemiş gibiydi. Adam, vitrine işaret ederek:
- Baktığın ayakkabı, sana yakışır!. dedi. Denemek ister misin?
Çocuk, başını yanlara sallayıp:
- Üzerinde 30 lira yazıyor, dedi. Almam mümkün değil ki!.
-İndirim sezonunu, senin için biraz öne alırım!. dedi adam. Bu durumda 20 liraya düşer. Zaten sen bir tekini alacaksın, o da 10 lira eder. Çocuk biraz düşünüp:
- Ayakkabının diğer teki işe yaramaz!. dedi. Onu kim alacak ki?
- Amma yaptın ha!. diye güldü adam. Onu da, sağ ayağı eksik olan bir çocuğa satarım.
Küçük çocuğun aklı, bu sözlere yatmıştı. Adam, devam ederek:
- Üstelik de öğrencisin değil mi? diye sordu.
- İkiye gidiyorum!. diye atıldı çocuk. Üçe geçtim sayılır.
- Tamam işte!. dedi adam. 5 Lira da öğrenci indirimi yapsak, geri kalır 5 lira. O da zaten pazarlık payı olur. Bu durumda ayakkabı senindir, sattım gitti!.
Ayakkabıcı, çocuğun şaşkın bakışları arasında dükkana girdi. İçerdeki raflar, onun beğendiği modelin aynısıyla doluydu. Ama adam, vitrinde olanı çıkarttı. Bir tabure alıp döndükten sonra, çocuğu oturtup yeni ayakkabısını giydirdi. Ve çıkarttığı eskiyi göstererek
- Benim satış işlemim bitti!. dedi. Sen de bana, bunu satsan memnun olurum.
- Şaka mı yapıyorsunuz? diye kekeledi çocuk. Onun tabanı delinmek üzere. Eski bir ayakkabı, para eder mi?
- Sen çok câhil kalmışsın be arkadaş.. dedi, adam. Antika eşyalardan haberin yok her halde. Bir antika ne kadar eski ise, o kadar para tutar. Bu yüzden ayakkabın, bence en az 30- 40 lira eder.
Küçük çocuk, art arda yaşadığı şokları, üzerinden atabilmiş
değildi.Mutlaka bir rüyada olmalıydı. Hem de hayatındaki en güzel rüya. Adamın, heyecandan terleyen avuçlarına sıkıştırdığı kağıt paralara göz gezdirdikten sonra, 10 liralık banknotu geri vererek:
- Bana göre 20 lira yeterli.. dedi. İndirim mevsimini başlattınız ya!..
Adam onu kıramayıp parayı aldı. Ve bu arada yanağına bir öpücük kondurdu.
Her nedense içi içine sığmıyordu. Eğer bütün mallarını bir günde satsa, böyle bir mutluluğu bulamazdı. Çocuk, yavaşça yerinden doğruldu. Sanki koltuk değneğine ihtiyaç duymuyordu. Sımsıcak bir tebessümle teşekkür edip:
- Babam haklıymış!. dedi. 'Sakat olduğum için, üzülmeme hiç gerek yok!'
demişti.
* Her Rüzgar Savuracak Bir Toz bulur,
* Her Hayat Yaşanacak Bir Can Bulur,
* Her Umut Gerçekleşecek Bir Düş Bulur
* Bulunmayacak Tek Şey Senin Benzerindir
Şanı yüce olan suretlerinize ve mallarınıza bakmaz,ancak kalplerinize ve amellerinize bakar...
Eski zamanlarda bir kral, saraya gelen yolun üzerine kocaman bir kaya koydurur ve kendisi de pencereye oturup, Bakalım neler olacak? diye seyreder. Ülkenin tüccarları, kervancıları, saray görevlileri birer birer kayanın etrafından dolaşıp saraya girerler. Pek çoğu da; Halkından bu kadar vergi alıyor, ama yolları temiz tutamıyor. diye kralı yüksek sesle tenkit ederler.
Bir gün, sırtındaki küfe ile saraya meyve ve sebze getirmekte olan bir köylü çıkagelir. Kayanın yanına gelince, sırtındaki küfeyi yere indirir ve iki eli ile kayaya sarılır ve ıkına sıkına itmeye başlar. Sonunda kan ter içinde kalır, ama kayayı da yolun kenarına çeker. Tam küfesini yeniden sırtına almak üzereyken, kayanın eski yerinde bir kesenin durduğunu görür. Keseyi açar. İçi altınla doludur. Bir de kralın notu vardır içinde:
Bu altınlar, kayayı yoldan çeken kişiye aittir